Davranışçı Yaklaşıma Göre Sorun Davranışın Gelişimi ve Tedavisi
Sorun Davranışın Gelişimi
Buraya kadar anlatılanlar ışığında, sorun davranışın gelişimini bir asansör fobisi örneğiyle anlatmak yerinde olacaktır. Çalıştığı işyeri onuncu katta olan ve her gün işine ulaşmak için asansöre binmek zorunda olan bir kişi düşünelim. Bu kişi, işine giderken bir gün uzunca bir süre asansörde mahsur kalır. Giderek heyecanlanır, kalbi hızla çarpar, terlemeye ve titremeye başlar, midesi bulanır, kusacakmış gibi hisseder, başı döner ve nefesi yetmemeye başlar. Bütün bunlar asansörden kurtuluncaya dek sürer.
Akşam iş dönüşü asansöre binmeden önce hafifçe anksiyetelidir. Tekrar asansörde kalabileceğini ve bütün o korkunç duyguları yeniden yaşayabileceğini düşünür. Bu düşüncelerle asansöre binmeden zaten bir miktar anksiyeteli olan kişi, asansöre bindikten sonra, daha önce olduğu kadar yoğun olmamakla birlikte aynı korkunç duyguları tekrar yaşar. Böyle birkaç tecrübeden sonra artık asansöre binince başına geleceklerden emindir. Giderek asansöre binmek bir işkence haline gelir ve işe gidiş gelişlerinde on katı yürümeyi tercih eder. Artık asansöre binmek düşüncesi bile dayanılmaz görünmektedir.
Başlangıçta asansörden uzak kalmak ve yürümek kendisini rahatlatırken zamanla sıkıntı vermeye başlar. İşyeri dışında kendisine verilen görevlerden, yürümek zorunda olduğu için kaçınır. Bu tutumu iş arkadaşları tarafından fark edilir ve çevresini, onu zorla asansöre bindirmek isteyen bir yardımseverler grubu sarar. Her yardım girişimi ve her deneme bir işkence haline gelir. Giderek iş uyumu ve ilişkileri zarar görür. Sonunda kişi işini değiştirmeyi düşünmeye başlar. Çünkü asansöre binmek zorunda kalmayacağı bir işyerinde bütün sıkıntılarından kurtulacağını düşünür.
Bu örnekte kişinin başlangıçta yaşadığı durum bir anksiyete atağıdır. Yaşadığı korkunç duygular ise belirtileridir. Bu belirtilerin hepsi gerçek bir tehlike durumunda organizmanın vereceği doğal tepkilerdir. Yani gerçek bir tehlike söz konusu olduğunda bunlar koşulsuz tepkilerdir. Hiçbir öğrenme yaşantısı olmadan doğal olarak ortaya çıkarlar. Ancak örneğimizde gerçek bir tehlike söz konusu değildir ya da kişinin yaşadığı duygular tehlikeyle orantılı değildir. Asansör başlangıçta bu tür tepkilere yol açmayacak nötr bir uyarıcıdır. Ancak bir tecrübe sonucunda bu nötr uyarıcı belirtileri ile eşleşir ve koşullu bir uyarıcı haline gelir. Koşullu bir uyarıcıdır, çünkü doğal olarak bu tepkileri uyandırmaz. Asansöre verilen tepkiler ise koşullu tepkilerdir, çünkü organizma doğal olarak tepki vermeyeceği bir uyarıcıya tepki vermeyi öğrenmiştir. Diğer bir deyişle koşullanmıştır.
Az önce kişinin verdiği tepkilerin tehlike ile orantısız olduğundan söz etmiştik. Peki bu durumda organizma neden tehlike ile orantısız bir tepki verir? Çünkü bu aşamada düşünceler devreye girer. Diğer bir deyişle, var olan tehlike düşünceler yoluyla abartılır. Örneğin, kişi asansörün düşebileceğini ve öleceğini ya da asansörün içinde havasızlıktan boğulacağını düşünür. Bu durumda kişi tarafından algılanan tehlike gerçek tehlikeden çok daha büyüktür.
Organizma bu algılanan tehlikeye tepki verir. Bu durumda kişi yukarıda sıraladığımız çarpıntı, bulantı, terleme gibi belirtileri yaşar. Ancak bu belirtiler gerçek tehlikeyle orantısız olduğundan kişi bu kez bu belirtilerden korkar ve yine devreye düşünceler girer. Çarpıntısı çok fazla olduğu için kalp krizi geçirip öleceğini düşünebilir. Nefesinin yetmediği duygusu nedeniyle boğulmak üzere olduğunu düşünebilir. Bu kadar ağır olmasa bile, örneğin kusup ya da bayılıp herkese rezil olacağını düşünebilir. Bütün bu düşünceler algılanan tehlikeyi artırır. Buna bağlı olarak tepkiler artar, tepkilerin artmasıyla tehlike artar ve böyle bir döngü oluşur.
Sonuçta kişi başlangıçta nötr bir uyarıcı olan asansöre binmekten korkar hale gelir. Asansöre binmeyerek kendisi için olumsuz bir dizi uyarıcıdan korunmaktadır. Diğer bir deyişle, operant koşullanma ilkelerine göre, belirli bir davranış (asansöre binmemek) sonucunda olumsuz uyarıcılar (belirtileri) ortadan kalkmaktadır. Yani olumsuz pekiştirme ilkeleri işlemekte ve asansöre binmeme davranışı pekişmektedir. Bunun sonucunda asansörden belirgin olarak kaçmasıyla kişi fobik olur ve bunu yukarıda kısaca değindiğimiz sosyal sonuçlar izler.
Sorun Davranışın Tedavisi
Davranışçı tedaviler, tek ve standart bir tedavi yöntemi değildir. Her biri yukarıdaki ilkeler çerçevesinde tasarlanmış farklı yöntemler kümesi olarak tanımlanabilir. Kişiye ve sorunun niteliğine göre yöntemlerden bazıları seçilir ve uygulanır. Dolayısıyla her bir tedavi farklı bileşime sahip olabilir, hatta yöntemlerde kişiye ve soruna göre bazı değişiklikler yapılabilir. Dolayısıyla davranışçı tedavi genel bir yaklaşımın adıdır. Yukarıda anlamayı kolaylaştırmak amacıyla yalnızca durumu aktarılmış olmakla birlikte birçok alanda uygulanabilir.
Tedavide ilk ve en önemli aşama “değerlendirme aşaması”dır. Bu aşamada kişinin sorununu oluşturan alandaki tüm davranışları ayrıntısıyla kaydedilir. “Kişi hangi davranışları yapmaktan kaçınmıyor ya da bunlardan kaçınmak için hangi davranışları yapıyor? Kaçındığı ya da özellikle yaptığı davranışların sonuçları neler?” sorularına yanıt aranır.
Sorunu sırasında yaşadığı fiziksel belirtiler, bunlara bağlı düşünceleri ve duyguları, değerlendirme aşamasında tüm ayrıntısıyla incelenir ve bunların arasından tedavi sırasında ele alınacak hedef davranışlar kişiyle birlikte belirlenir. Değerlendirme başlangıç aşaması olmakla birlikte tedavi boyunca devam eder.
Değerlendirme amacıyla kişiye bazı testler uygulanabilir ve kişiden günlük hayatında bazı yazılı kayıtlar tutması istenebilir. Bu kayıtlar kişinin belirli davranış, düşünce ve belirtileri yaşadığı anda kaydetmesi şeklindedir.
Tedavide temel ilke, sorun davranışı oluşturan üç bileşenden birine ya da birkaçına müdahale etmektir. Bu üç bileşen “davranış, düşünce, sonuç” şeklinde özetlenebilir. Yukarıdaki örneğe bağlı kalarak bu üç öğe şöyle açıklanabilir: Davranış, asansörden uzak durma davranışıdır. Düşünce, kişinin asansörde olduğu sırada ürettiği düşünceler ve sonuç ise kişinin asansörde yaşadığı belirtilerdir. Tedavi bu üç öğeye müdahale ile gerçekleştirilir. Tedavi sırasında davranış ele alınabilir. Kişi asansöre binmekten kaçınmaktadır. Tedavide önce bazı yöntemlerle bu davranış ortadan kaldırılır. Kişi asansöre bindirilir. Bu sırada önceki belirtileri yaşar ancak yardımla bu belirtilerin zamanla yatışacağını ve düşündüğü sonuçlara yol açmayacağını öğrenir. Diğer yandan kişinin gerçekçi olmayan ve bu nedenle olumsuz sonuçlara yol açan düşünceleri ele alınır. Bu düşünceler kişi ile tartışılır ve yerine gerçekçi düşüncelerin konması sağlanır. Davranış engellenip düşüncelere müdahale edilirken bazı özel yöntemlerle kişinin belirtilerini nasıl yatıştıracağı öğretilir. Bu üç öğe birbirine bağlı olarak düşünülmelidir. Örneğin, kişi olumsuz tepkilerini, yani belirtilerini yatıştırabiliyorsa buna bağlı olarak asansöre binmeme davranışı ve belirtilerle ilgili olumsuz düşünceler ortadan kalkacaktır. Başka bir biçimde eğer asansörden uzak kalma davranışı engellenirse kişi zamanla bu belirtilerin yatıştığını öğrenecek, dolayısıyla belirtiler ve düşünceler değişecektir. Son olarak da eğer kişi düşüncelerini değiştirirse bu düşüncelerin ortaya çıkardığı belirtiler yatışacak ve dolayısıyla asansörden uzak kalma davranışı değişecektir.
Davranışçı tedaviler standart tek bir yöntem olmadığı ve her bir tedavi değişik davranışçı yöntemler içeren bir bileşim olduğu için davranışçı tedavilerin temel ortak özelliklerini topluca gözden geçirmek yararlı olacaktır.
Kaynak: Psikoterapiler, Prof.Dr. Cengiz GÜLEÇ
Psikoterapiler
“Bu kitapta amacım ruh sağlığı alanında çalışanlara psikoterapi yaklaşımlarını kuşbakışı bir biçimde tanıtmaktır. Uygulama ve kuram açısından sağlam ve tutarlı bir çatıya sahip olan psikanaliz kitapta ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Psikanalizden kök alarak bağımsız bir yaklaşım olarak gelişen Geştalt terapi, transaksiyonel terapi, varoluşçu terapi, grup terapileri, aile ve evlilik terapileri, cinsel işlev bozukluklarında psikoterapi, meditasyon ve psikoterapi ilişkisi hakkında tanıtıcı bilgilerin yanı sıra, kültür, kişilik ve psikoterapiler konusunda eleştirel değerlendirmelerime de yer verdim.”
Prof. Dr. Cengiz GÜLEÇ